Hipodrom (At Meydanı) yüzyıllar boyunca şehrin kamusal yaşamının merkeziydi. Yapımına 203 yılında Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından başlanmıştır. Büyük Konstantin tarafından büyütülmüş ve zengin bir şekilde süslenmiş ve ondan sonra birçok imparator onu süslemek için yarışmıştır. Hipodrom yaklaşık 400 m uzunluğunda ve 120 m genişliğindeydi. Kuzey ucunda “carceres”, atlar ve “bigae” için tezgahlar, iki atlı savaş arabaları ve “quadrigae”, dört atlı savaş arabaları vardı. Arabacıların (aurigae) kışlaları da buradaydı. Carceres’in üzerindeki merkezi kemerin üstünde, Yaşlı Pliny tarafından Lysippus’a atfedilen dört yaldızlı bronz at heykeli vardı. Ayrıca kabinlerin üzerinde, kuzeydoğu köşesine yakın bir yerde, önünde İmparatorluk mahfili olan minyatür bir saray olan “kathisma” ortaya çıktı. Kathisma (yaklaşık olarak İmparator II. Wilhem Çeşmesi’nin bulunduğu yerde bulunur) Büyük Saray’a bağlanmıştır. Yarış pisti, birçok kapısı olan yüksek duvarlar, tribünler ve sütunlu galerilerle çevriliydi. Depolar, koltuk katmanlarının altına uzatıldı. Yarım daire (sphendone) ile sonlanan Hipodrom’un güney kısmı, kot farkından dolayı masif tonozlar üzerine yükseltilmiştir. Hipodromun ortasında, çeşitli anıtlar ve heykellerle donatılmış merkezi bir eksen olan “spina” vardı. Hipodromun 100.000 seyirci kapasitesine sahip olduğu düşünülüyor. Burada, atletik faaliyetler, çeşitli oyunlar ve araba yarışları gerçekleşti ve isimlerini arabacılar tarafından giyilen iki renkten alan iki muhalif siyasi ve dini fraksiyon arasında bölünen insanlar arasında risklere yol açtı (başlangıçta dört renk vardı, ancak Kırmızılar ve Beyazlar diğer ikisi tarafından yönetiliyordu: üst sınıfları temsil eden ve Ortodoks doktrinini destekleyen Maviler ve alt sınıfları temsil eden ve Monofizitizm doktrinini destekleyen Yeşiller. İmparatorluk kutusunun solundaki tribünlerde oturan Maviler ve sağdaki tribünlerde oturan Yeşiller. İmparatorlar, eğilimlerine göre, hiziplerden birini korurdu. Öte yandan halk, imparatora desteklerini veya hoşnutsuzluğunu açıkça gösterecekti. Bu tür bir durum bazen siyasi gösterilerle veya hiziplerden birinin ayaklanmasıyla sonuçlanıyordu. Ancak, Ocak 532’de, iki fraksiyon, şehrin bir kısmı yandığında İmparator Justinian ve İmparatoriçe Theodora’ya (nika, oyunlar sırasında “zafer” anlamına gelen halkın çığlığı) karşı Nika isyanına katıldı. Justinianus kaçmaya hazırdı ama Theodora’nın cesareti ve kararlılığı durumu kurtardı. General Belisarius, Hipodrom’da çevrelediği 30.000-40.000 kişiyi öldürerek isyanı bastırdı.
1204’teki Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Venedik Dükası Enrico Dandolo, Latinlere şehri yağmalamalarını emretti. Hipodrom yıkıldı ve yağmalandı. Yukarıda bahsi geçen dört altın yaldızlı bronz atı at arabalarından söktürüldü ve diğer birçok yağmalanan eşyalar Venedik’e gönderilerek San Marco kilisesinin cephesinin üstüne yerleştirildi. 1797’de Napolyon, heykelleri savaş ganimeti olarak Paris’e gönderdi ve burada Arch of Carousel ‘un tepesine yerleştirildi, ancak yenilgi sonrası atlar hala kaldıkları Venedik’e geri götürüldüler. Osmanlı fethinden sonra, Türkçe adı “At Meydani” olan Hipodrom, atları eğitimi, binicilik ve cirit oyunları için kullanılmıştır.
Günümüzdeki Sultanahmet Meydanı’ndaki sütunlar hakkında bilgiler.
1- Mısır Dikilitaşı :
Eski Mısır’daki dikilitaşlar, firavunların onuruna dikilmiş anıtlardı. Hipodromu süsleyen Mısır Dikilitaşı, aslen M.Ö. 1500’de III. Tutmusis tarafından dikilmişti. Esas yeri Mısır’daki Karnak Tapınağı idi. Dikilitaş, Antik Mısır‘ın savaşçı imparatorlarından III. Tutmusis’in zaferlerini simgelemek için dikilmiş iki anıtsal sütundan biriydi.
Mısır Dikilitaşı orijinalde yaklaşık 35 metre yüksekliğinde yekpare bir granit sütundu. Yanında aynı büyüklükte başka bir granit sütun vardı. Karnak Tapınağı’nın girişine ikiz dikilitaşlar olarak bulunuyorlardı. Anıtların üzerinde Firavun’un Mısır’dan Mezopotamya’ya kadar uzanan hükümdarlığı betimleniyordu.
Dikilitaşı, Mısır’dan Konstantinopolis’e getirmek büyük bir projeydi. Roma donanmasının en heybetli gemilerinden birinin hizmete alınması gerekiyordu. Ama her nasılsa bu projenin hayata geçmesi yaklaşık 60 yıl sürdü. Dikilitaş yıllarca İskenderiye Limanı’nda kaldı ve ancak yarım asır sonra Konstantinopolis’e getirildi.
Dikilitaşı getiren gemi nihayet 390 yılında İmparator Theodosius döneminde Konstantinopolis’e ulaştı. O zamanki “Konstantinopolis Valisi” Proclus, imparatorun onuruna hipodroma dikilitaşı yerleştirdi. Mısır Dikilitaşı’nın yabancı kaynaklarda Theodosius Dikilitaşı (Obelisk of Theodosius) olarak anılmasının sebebi de budur.
35 metre uzunluğundaki sütunun Mısır’dan İstanbul’a ulaşımı elbette kolay olmadı. Sütunun kırılması bazı tarihçilere göre İskenderiye’de, bazılarına göre ise Konstantinopolis’te meydana geldi. Sonuç olarak, 35 metrelik sütundan geriye 20 metrelik tepe kısmı kaldı.
Kırılmış haliyle Hipodrom’daki diğer Örme Sütun’a göre kısa kalan Theodosius Dikilitaşı’nı yükseltmek gerekiyordu. Bu amaçla altına Romalılar tarafından hazırlanan kabartmalarla bezenmiş mermer bir kaide yerleştirildi. Bu kabartmalarda İmparator Theodosius, oğulları Arcadius ve Honorius ile yarışları seyrederken tasvir edilmiştir.
Bu arada Theodosius’un birleşik Roma İmparatorluğu’nun son hükümdarı olduğunu belirtmekte fayda var. Oğulları Arcadius ve Honorius ise babaları öldüğünde Doğu Roma İmparatorluğu (modern tarihte Bizans olarak anılıyor) ve Batı Roma İmparatorluğu‘nun başına geçtiler.
2- Yılanlı Sütun:
Yılanlı Sütun, Pers istilasına karşı birleşen 31 Yunan şehir devletinin zaferini kutlamak için inşa edildi. Sütunun en önemli özelliği, yenilmiş Pers askerlerinin kalkanlarından yapılmış olmasıdır.
Yunan-Pers savaşları antik çağın en önemli olaylarından biriydi. Zaferi simgeleyen bu anıt, Antik Yunanistan’ın en kutsal yeri olan Delphi’deki Apollon Tapınağı’na dikilmişti. Bazı kaynaklara göre anıt Konstantinopolis’e getirildiğinde, yılan başlarının üzerinde altın bir kazan bulunuyordu.
Osmanlı İmparatorluğu‘nun son dönemlerine kadar yerinde olduğu bilinen yılan başları maalesef artık yok. Bazı kaynaklara göre depremde kırılmış, bazı kaynaklar ise vandalizm kurbanı olduğunu bildiriyor. Yılanlardan birinin çene kısmı günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi‘nde sergilenmektedir.
Hipodrom’un Osmanlı döneminde nasıl göründüğünü yukarıdaki resimden görebilirsiniz. Soldan bakıldığında Mısır Dikilitaşı, Yılanlı Sütun, Örme Dikilitaş yan yana gözükmektedir. Bu resmi İstanbul Üniversitesi’nde tarih öğretmenliği yapmış olan Prof. Stefanos Yerasimos‘un kitabından alıntı yaptım.
3- Örme Dikilitaş:
Örme Dikilitaş adını İmparator VII. Konstantin’den alıyor. Ancak bazı kaynaklara göre Hipodrom, Büyük Konstantin tarafından inşa edildiğinde bu sütun zaten vardı. Sonradan VII. Konstantinos (Porphyrogenitus) döneminde tekrar inşa edildiği için onunla özdeşleştirildi.
Eskiden bronz levhalarla çevrili olan ve altın gibi parlayan sütun, 1204 yılındaki Latin İstilası sırasında yağmalandı. Latin İstilası (yani Dördüncü Haçlı Seferi) sırasında Konstantinopolis’in hazineleri çalınarak İtalya’ya görütülmüştü.
Çalınan anıtlar arasında Hipodrom’un anıtsal girişini süsleyen 4 bronz at heykeli vardı. Bu atlar şimdi Venedik’teki San Marco Bazilikası’nda sergilenmektedir. Atların bir replikası günümüzde Sakıp Sabancı Müzesi‘nin bahçesinde de görülebilir.
Yukarıdaki resimde en sağda Örme Dikilitaş’ı (biraz köşede kalıyor) görebilirsiniz. Roma yapısı bu sütun, bronz plakalarla çevriliydi ve altın gibi parlıyordu. Resmin arka tarafında Hipodrom kapısındaki at heykelleri görülmektedir. En arkada Augustaion Meydanı’ndaki (Ayasofya Meydanı) uzun sütunda Justinianus Heykeli’ni de görebilirsiniz.
Hipodrom ve Konstantinopolis’in diğer tarihi yapılarının canlandırma resimlerini Byzantium1200 sitesinde bulabilirsiniz. Bu sitedeki görüntüler, Orta Çağ’ın en görkemli şehri olan Konstantinopolis’in 1204’te yağmalanmadan önceki halini gösteriyor.
4- Alman Çeşmesi:
Hipodrom çevresinde dolaşırken meydana 1900’lerin başında eklenen bir çeşme göreceksiniz. Alman Çeşmesi olarak adlandırılan bu eser, Kaiser Wilhelm II (Alman İmparatoru) tarafından şehre hediye edilmiştir.
Kaiser II. Wilhelm, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce İstanbul’u birkaç kez ziyaret etmişti. Osmanlılar ve Almanlar birer müttefik olarak birbirlerine bazı jestler yapıyorlardı. Alman İmparatoru da bu muhteşem çeşmeyi Almanya’da yaptırmış ve parça parça trenlerle İstanbul’a göndermiştir.
Alman Çeşmesi, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid ile Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm arasındaki dostluğun simgesiydi. Halen faal olan çeşmenin kubbesinin altında muhteşem mozaik süslemeler bulunmaktadır.
Çeşmenin mimarisi hem Osmanlı sanatına, hem Bizans sanatına ve hem de Batı Avrupa sanatına göndermeler yapan eklektik bir yapıya sahiptir ve bu anlamda oldukça ilgi çekicidir.